Malum lisans hayatımın son dönemini yaşadığım şu aylarda dinlediğim şarkıların ve duygusal değişimlerimin arasındaki tek denge her iki olgunun da dengesizliğinden ibaret. Mezun oldum. Mezunum. Balo-Cüppe-Kep-Ana-Baba-Büt derken saçma bir mutlulukla bunaltıyı bir yaşadığım şu günlerde yapılacak en güzel şey aylardır yazmadığım playlisti altı aylık bir dönemi kapsar şekilde yazıp yayınlamak olacak. İyi dinlemeler, üzülmeler, sevinmeler, dans etmeler, 'bu ne be?' demeler.
Not: Yukarıdaki yazı Haziran ayında yayınlanacak diye yazıldı ama ben yazıyı yayınlamayı unutmuşum. Şu an Temmuz ayının sıcaklarıyla kucaklaşmış, başka bunaltılara ve olacaklara yelken açmış bulunmaktayım.
Mart ayında keşfettiğim İzlandalı trio Samaris' den iki ayrı tat olan hljóma þú ve Viltu Vitrast ile her altı ayda bir tekrarlanan 'abi İzlanda'ya gitmeliyiz' temalı muhabbetlerin yangınına elimde körükle uçtum.
Canım kanım Sufjan bebeğim de martın sonunda kapımı çaldı sağ olsun. Öylesine güzel tam ağzıma ağzıma şaplatan bir albüm yapmış ki yatağa uzanıp tavan izleme klişelerinin içerdiği düşüncelere dost olan 'Carrie and Lowell' albümünden Death With Dignity ve No Shade in the Shadow of the Cross u özellikle saman dolu yataklarda dinlemek istiyorum.
Nisan ayında da bizi bırakmayan ve umarsızca yağan karlar altında kışa elveda demek ve son bir kez daha mevsiminde dinlemek için güzel bir fırsat yakaladığım Fleet Foxes - Winter White Hymnal hayalimde birçok kış temalı sahnenin soundtracki olacak kadar güzel. Tabi şarkının mevsimi biraz geçti o ayrı.
Mayıs ayında fakülte yolları taştan iken sabahları ağırlıkla dinlemeyi tercih ettiğim Broken Bells No Matter What You're Told ile umursamaz davranışlar sergilediğim doğrudur.
Haziran ayı beraberinde o kadar çok belirsizlikler ile geldi ki ben o belirsizlikler arasında Yeşilçam filmlerinde kötü adamların yaptıkları çemberin ortasına alıp birbirine ittirdikleri masum genç gibi kalakaldım. Belirsizlikler kulesi birer ikişer gelen haberlerle yıkıldı gitti belki ayın sonunda ama ben tüm ayı fonda MGMT ' den Your Life Is a Lie çalarak geçirdim.
Temmuz ayı, Haziran ayından evvel keşfetmemiş olduğum ve nispeten eski bir Lana Del Rey şarkısı olan Diet Mountain Dew 'ü hayli bir dinleyerek ve her New York City deyişinde koca bir iç çekerek geçti, evet. Ha bir de yeni Sufjan Stevens albümünden tam gününü bulduğumuz bu ayda Fourth of July dinleyip ''we're all gonna die'' diye diye gökyüzüne baktığım doğrudur.
Yorumlar
Yorum Gönder